Ferit Edgü - Hakkari'de Bir Mevsim (O)
"Hakkari'de Bir Mevsim'in dili, bir çeviriden okumamıza karşın, son derece özgün bir dil, öylesine ki, öykünün içinde yer alan şiirsel bölümleri hiç yadırgamadan, doğal bir akış içinde okuyoruz...- Le Soir (Brüksel)
Bu kitaptan biraz sersemlemiş gibi çıkıyoruz, sanki çok uzaklarda, bir dağ köyünde uzun bir süre yaşamışız gibi."
Ferit Edgü'nün
"Hakkari'de Bir Mevsim" ya da diğer adıyla "O" isimli
kitabını bitirdiğimde, tıpkı yukarıda alıntıladığım eleştiride değinildiği
gibi, "biraz sersemlemiş", "çok uzaklarda, bir dağ köyünde uzun
bir süre yaşamış gibi" hissettim. Aslında, birebir örtüşmese de, iklim
benzerliğinden ve orada da "dilimi konuşmayan, benim de onların dilini
bilmediğim tuhaf insanlarla bir arada yaşamak" zorunluluğundan olsa gerek, yazarın okuyucuyla paylaştığı ruhsal gelgitleri,
yaklaşık üç sene önce Sivas'ta yaptığım askerlik sırasında ben de duydum.
Sivas'ta da kış geceleri sıcaklık eksi otuzları bulur, termometreler şaşırır,
yağan karlar dizboyunu aşar ve -muhtemelen- köylere giden yolları kapatırdı.
Dilini anlamadığım, çoğu doğunun ücra köylerinden gelmiş insanlara, sizi
tepeden tırnağa süzen gözlere, çoğunlukla donuk ve ifadesiz duran ve fakat ara
sıra müstehzi gülüşlerle değişen yüzlere ben de bir şekilde aşina oldum. Böyle
zamanlarda insan kendini koyu bir yalnızlığın içinde bulabiliyor, öncelikleri
ve değer yargıları değişebiliyor. Öncesinde sizi mutlu eden düşünceleri ve
anıları arayıp bulmak, bulsanız da bunların sizi gülümsetmesi zorlaşabiliyor ya
da size iyi geleceğini düşündüğünüz sesler sizi sandığınız kadar teselli
etmeyebiliyor. Bu durumda önceki yaşantıyı bir kenara bırakmak, üzerinde çok
fazla düşünmemek daha iyi hissettirebiliyor. Yazar da bir taraftan Hakkari'deki
yüzleşmek zorunda kaldığı yeni çetin yaşam koşullarının zorluklarıyla mücadele
ederken bir taraftan da kendini ve geçmişini arıyor; romanda da çoğunlukla bu iki
arayış arasında, olaylara ve düşüncelere eşlik eden birtakım karakterlerle ve
diyaloglarla adeta mekik dokuyor. Yazar kitabın ikinci kısmında, çıldırmanın
sınırlarında gezinse de çelişkileri, kaygıları, kendisine ve yaşama yönelttiği
soruları ile barışık bir şekilde romanın sonunu getiriyor. Oysaki ben romanın
sonunda yazarın bütün çelişkilerini ortadan kaldırmış, sorularına cevap bulmuş
kendinden emin bir şekilde veda edeceğini beklemiştim. Ama yazarın tercih
ettiği sonu daha gerçekçi bulduğumu söylemeliyim.
Kitabın konusundan
sonra, yazının başında yaptığım alıntıda da kendine yer bulan özgün dile
değinmek istiyorum. Yazarın ait olduğu kuşak, yani 50'liler kuşağı, doğası ve
amacı gereği deneysel yapıtlar üreten/üretmeye çalışmış bir kuşak. Dolasıyla
yazarın zaman zaman tamamıyla şiire yaslanan anlatımı bu anlamda bende çok
fazla hayret uyandırmadı. Yazarın düzyazı anlatımı da, bazen tek kelimelik,
bazen tek özneden oluşan, uzunluğunu anlatılan olayın duygusal içeriğinin ve
akışının belirlediği cümlelerle birlikte noktalama işaretlerinin (özellikle de
kısa çizginin) alışık olmadığımız kullanımıyla ilginç ve şaşırtıcı bir niteliğe
sahip. Bu düzyazı anlatımına örnek olarak yazarın yemek yemek için bir aşevine
girdiği sırada etrafındaki insanlara yönelik gözlemleri paylaşılabilir:
"(...)
Sonra gitti, bir çukur çanağın içinde çorba getirdi. Demek burda adet bu. Yemeği müşteri seçmiyor.
Buğday kırığı ya da benzeri bir tahılın kaynatılarak yapıldığı, içine bir tür ot ve yoğurt katılmış bir çorbaydı bu.
Tadı kötü değildi. İştahla kaşıkladım.
Bitirdiğimde aynı adam geldi, bu kez ne yiyeceğimi sordu. Pilav ve yoğurt, dedim.
Bir tabağın içinde o güne değin yemediğim türde bir pilavla, bir başka tabakta yoğurt geldi.
Bir kaşık pilavdan, bir kaşık yoğurttan aldım.
Karşımdaki adamlar bana bakıyorlar.
Bir kaşık pilav -
Karşımdakiler gözlerini dikmiş bana bakıyorlar.
Bir kaşık yoğurt -
Kaşık, bardak gürültüleri de yok.
Sessizliğin sesi yalnız duyduğum.
Bir kaşık -
Yemeklerini bırakmışlar. Sandalyelerinde dimdik oturmuş gözlerini bana dikmişler.
Bir kaşık -
Terlemeye başladım.
Bir -
Bıraktım kaşığı.
Su içmek istedim.
Ağzımda çamur tadı.
Bana bakıyorlar.
Ben de onlara bakıyorum.
Her şeyi bıraktım.
Kaşığı. Pilavı. Yoğurdu. Su bardağını.
Doğruldum sandalyede.
Ben de gözlerimi onlara diktim.
Başları bir örtüyle kapalı bu adamların.
Yüzleri esmer. Güneş yanığı.
Üstlerinde hemen hemen bir örnek ceket.
Koyu renk, gözleri sürmeli.
Ya ben?
Onlar beni nasıl görüyorlar?
Uzun, sanki günlerdir süren bir sessizliğin içindeydik.
Bakışlarımız donup kalmıştı.
O an, bir bomba olup patlamak istedim.
Oysa, ancak oturduğum yerden kalkmayı, elimi cebime sokup bir kağıt parçasını masanın üzerine bırakmayı ve onların bakışları arasında kapıdan çıkmayı başarabildim.
Yalnızdım.
İçimde büyüyen boşluğun içinde yalnızdım.
Mide bulantım içinde yalnızdım.
İnceden bir yağmur başlamıştı.
(...)"
Yazarın tamamen
şiire yaslanan anlatımıyla ilgili olarak da yazarın bir bebeğin köyde ölüp
gömülmesinden sonra hissettiği çaresizliği anlattığı satırları örnek
verebiliriz:
"(...)
Ey çaresiz
Neyin çaresini arıyorsun
Neyin çaresi var, neyin yok
Yaz bunları bir kenara
Bir gün belki bulursun çareyi
İnsanlar ölmesin demiyorum
İstediğim ölümsüzlük değil
Ne kendim, ne başkaları için
İstediğim, çocuklar ölmesin
Çocukların ölümüne
Dayanamıyormuşum demek
Hiç çocuğu olmayan, hiç çocukluğu olmayan
Hiç çocuklarla yaşamamış ben
Gözyaşlarım utancım değil
Daha önce de ağladığımı ansıyorum
Ama bir düşünce:
Ya öbür çocuklar da ölürse
O zaman ne yaparım
Ama saçmalık bu
Saçmalık mı, değil mi bilmiyorum
Birden ölüveren bu bebe
Saçmalık mı, değil mi bilmiyorum
Bir tek şey istiyorum
Çaresizliği yenmek
(...)"
Yazarın özgün
üslubunu bu örneklerini paylaştığım iki anlatım tarzı oluşturuyor. Fakat bunlar
roman içinde öylesine güzel harmanlanmış ki, şiirsel anlatım nerde başlayıp
nerede bitiyor, düzyazıya nerde başlanılmış nerde tekrar şiirsel anlatıma
geçilmiş dikkat etmek gerekiyor. Kesin ve net olan ise, yazarın başarıyla sizi
olayların, duygusal gelgitlerinin, kısacası romanın içine çekmekteki başarısı.
Bunun içinse romanı, sayfalarını atlamadan okumanız yeterli.
Hakkari'de Bir
Mevsim, bir "Kendini kaybedip bulmanın romanı". Çevrenizden
uzaklaşmak ve kendinizi dinlemek istediğinizde size eşlik edebilecek güzel bir
roman. "Uzaklaşma mevsimini" yaşadığınız bir roman.