Bu Blogda Ara

23 Ekim 2018 Salı

Ödev olarak kaleme alınmış bir öykü: Bir Sokak Çocuğu, Bir Kuşku (2001)

BİR SOKAK ÇOCUĞU, BİR KUŞKU 

26.11.2001

Üzerinde uyuyakaldığı yeşil, nemli bankta doğruldu. Gözlerini ovuşturarak gökyüzüne baktı. Gümüş yaldızlı bulutlar ağır ağır kımıldıyordu. Üzerindeki paralanmış gömleği, kirden ve tozdan asıl rengi belli olmayan pantolonuyla gelip geçenlerin ilgisini çekiyor ve bu görüntüsü, onları muhakkak ki ürkütüyordu. Birden şiddetli bir ürpertiyle sarsıldı. Soğuk bir rüzgar esmiş, sanki iliklerine dek nüfuz etmişti. Kalkıp yürümeye başladı. Yarım saat kadar yol boyunca ilerledi. Alaca karanlık gitgide artıyor, ıslak yollar türlü ışıkların yansımalarıyla parlıyordu. Ellerini ceplerine götürdü; ortasından hafifçe yırtılmış bir kağıt para çıkardı, sonra tekrar cebine soktu. Camekanlarından yayılan bembeyaz ışığı bozuk kaldırımlara dökülen bir kırtasiyenin önünde durdu. Kılık kıyafetine baktı. Altındaki eprimiş pantolonunu, sanki başkasının üzerindeymiş gibi, uzun uzun seyretti. Gözleri yaşarır gibi oldu. Bir titremeyle tekrar mantosuna sarıldı. Gerçekten bu sefaleti hak edip hak etmediğini düşündü…

Geçinemediklerini, okuldan ayrılmak zorunda kaldığını, gitgide kötüye gittiklerini, ve sonra ansızın, birkaç kardeşiyle beraber ortada kaldığını anımsıyordu. Bütün bu yuvarlanış, kendisini hayrete düşüren bir çabuklukla gerçekleşivermişti. Olguları sıraya koymakta adamakıllı güçlük çekiyordu. Dağılmışlardı…Sonra…Sonra biri ona acımış, bir tamirciye götürmüştü. Burada bir süre çalışmış, fakat uzun sürmemişti; dükkanın sahibi İhsan Bey, kendisinin hiçbir anlam veremediği bir hiddetle onu azarlıyor, hatta dövüyordu. Zaten birçok kişi İhsan Bey’in sorunlu biri olduğunu söylüyordu. İhsan Bey’in sorunlar karşısındaki acizliği, bu kimsesiz çocuğu dövmesiyle kendini belli ediyordu. Bir keresinde, kıpkırmızı kesilerek, yardımcısına seslenmiş: “Kemal, al götür şu sokak piçini!” diye avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Bu olayın olduğu günün gecesi, içinin müthiş bir özgürlük duygusuyla dolduğunu duyumsadı. Bomboş dükkanı solgun bir ay ışığı dolduruyordu. El yordamıyla dükkanın ağır demir kapısını bulmuş ve kolunu çevirip kaçmıştı. Bir iki hafta sahildeki köhne gemilerin güvertelerini silmiş, eline bir miktar para geçmişti. Geceleri bu gemilerin kamaralarında yatmıştı. Ve en sonunda şimdiki duruma gelmişti. İki gündür açtı. Artık büsbütün yalnız olduğunun farkındaydı.

Yürüyordu… Göz alıcı, elvan elvan ışıklarla donanmış, her birinden bambaşka kokular ve gürültüler yayılan yapılar geride kalmış; iki sıra halinde uzanan eski, çarpık evlerin arasında kalmış dar sokaklar başlamıştı. Birden uzun bir öksürükle sarsılmaya başladı. Öksürdükçe boğazı ve göğsü yırtılır gibi oluyordu. Hırıltılı nefeslerle yoluna devam etmeye çalıştı. Artık nerede olduğunu kendi de bilmiyordu. Orada, sokağın köşe başında, sarı pencereleriyle bir ev gördü. Yol yordam öğrenmek amacıyla kapıyı çaldı. Biraz sonra, perdelerin arkasında iki çocuk gölgesi belirdi. Perdeleri açmalarıyla kapamaları bir oldu. İçerden “Açmayın, açmayın…” diye boğuk bağırtılar işitti. Düştüğü duruma canı sıkıldı. Tekrar karanlık sokaklarda yürümeye başladı.

Bir süre duvara dayanarak soluklandı. Sokak lambasının altında bir kedi, eski bir pabucu hırsla yırtmaya çalışıyordu. Kendisini görünce pabucu bıraktı ve hiç kıpırdamadan, ürkek bakışlarla ona baktı. Kedinin gözleri kıymetli bir taş gibi ışıldıyordu. Arkasını dönüp sallana sallana uzaklaştı… Çocuk, yılgın bir tavırla ayaklarını sürüyerek yürüdü. Bu sırada genç bir çift köşeyi döndü. Kadın bir hayli üşümüşe benziyordu; erkeğin koluna sımsıkı sarılmıştı. Yanından hızla geçtiler.

O an ilkin ölümü, sonra da sevgiyi düşündü. Sevginin, bugüne değin kendisinden hep uzak olduğunu ayrımsadı ve ruhunun derin bir hüzünle ezildiğini hissetti. Sevginin tam anlamıyla ne olduğunu bilmiyordu. Okulda iken, kimseye haber vermeden aşık olduğu kıza karşı ne hissettiklerini hatırlamaya çalıştı. Onun yüzünü görmesi bile kendisini  fazlasıyla mutlu ettiğinden onunla bir şeyler konuşmak gereği dahi duymamış, belki de yaklaşmaya bile cesaret edemediğinden hep uzaktan seyretmişti. Yorgun zihniyle imgesini gözlerinin önüne getirmeye çalıştı, fakat başaramadı.

Dolambaçlı yollarda bir süre daha gezindi. Tekrar bir öksürük nöbetine tutuldu. Öksürüğünün yankıları, gecenin mutlak sessizliğini bıçak gibi yardı. En sondaki karanlık evin duvarına yaslandı. Adamakıllı gece olmuş, her şeyi ürkütücü bir sessizlik kaplamıştı. Gizemli bir ezgiye eşlik ediyormuş gibi, aynı tarafa eğilen ağaçlar, ağaçların yapraklarında öfkeli fısıltılarla dolaşan yel, ince ince yağan yağmurun şırıltısı, koyu lacivert gökyüzünde koşuşan bulutlar bu sessiz geceyi tamamlayan ahenkli parçalar gibiydi. Artık bundan sonra yapılacak tek şey belki de ölümü beklemekti. Gözlerini yumdu. Soğuk hava yanaklarını donduruyor, ince bir sızı sanki bütün yüzünü dolaşıyordu. Evin içinden tıkırtılar gelmeye başladı. Dayandığı duvarın bitişiğindeki odanın ışığı yandı. Biraz sonra evin sokak kapısı açıldı. Bağa gözlüklü, orta yaşlı bir adam dışarı çıktı. Çocuğu farkedince, bunun bir hırsız olduğunu zannederek irkildi. Sonra gür sesiyle seslendi:

-          Sen kimsin?.. Kalk ordan!..

Çocuk kalktı. Adam, şimdi evden sokağa vuran ışığın aydınlattığı çocuğun kılık kıyafetine baktı. Baygın gözlerle kendisine bakan çocuk güçlükle ayakta duruyordu. Baştan aşağı süzerek:

-          Az önce duyduğum tıkırtılar senden geldi demek… Ne işin var burada, ne istiyorsun?

Dedi. Bu soru üzerine çocuğun içinde bir umut parlayıp söndü. Kendisini de şaşırtan bir cesaretle:

-          Ben yatacak bir yer arıyordum…

Diyebildi. Ve kısa bir süre öksürdü. Kapıda duran adam, çocuğun, elini ağaca götürürken uçları morarmış parmaklarını gördü. İçi, apansız merhametle doldu. Gözüne evindeki geniş çıkıntı çarptı. Uzun bir ikircimden sonra:

-          Gel öyleyse

Dedi.

Eve girdiler. Adam geniş çıkıntıya bir yer yatağı açtı. Bir de battaniye getirdi. Çocuk, yatağın içinde bir iki dakika tir tir titredi. Sonra yavaş yavaş ısındı. Şimdi odaya yalnız dama düşen yağmur damlalarının boğuk sesleri hakimdi. Bir on dakika sonra adam çorba getirdi. Çocuk çorbayı içtikten sonra yorgana sarıldı. Adam bir şeyler sormaya hazırlandı, fakat çocuğun gözlerinin kapandığını görünce vazgeçti. Çocuk da şaşırmıştı. Sevinirse sanki bu rüya bir anda bitiverecekmiş gibi geliyor ve  hiçbir şey söylemek istemiyordu. Adam ışığı kapatıp odayı terk etti.

        Ertesi sabah adam uyandı, saate baktı. 09:30’u gösteriyordu. Çocuğa işe gitmesi gerektiğini, dolayısıyla evden gitmesi gerektiğini söylemek üzere aşağıya indi. Çıkıntıdaki yer yatağının boş olduğunu gördü. Birden kuşkuya kapıldı. Bu çocuğa çok çabuk güvendiğini düşündü. Paralarını çalıp kaçmış olmalıydı. Telaşla giyiniyor ve kendisine, yaptığı bu iyilikten dolayı içerliyordu. Evin sokak kapısını açtı. Güneş, puslu bir mum yalımı gibiydi, gözlerini kırpıştırarak sokağa baktı. Kimsecikler yoktu. Tekrar eve girdi ve paralarını sakladığı konsolun çekmecesini açtı. Paraları yerli yerinde duruyorlardı. Derin bir nefes aldı. Sonra, orada, konsolun üstünde, ortasından hafifçe yırtılmış bir kağıt para durduğunu fark etti…

SON



 Kelimeler: Çocuk, sokak, yalnız, dam, güneş, pabuç, kedi, rüya, umut